Son Yazılar
Anasayfa / Tarih / Dejavu

Dejavu

Yaklaşık 2 yıldır Ortadoğu “Cadı Kazanı”na dönmüşken, son üç aydır da bizi Habil-Kabil misalinin yeni versiyonu gibi anlatmak isteyenler varken, durduk yere olmasa gerek, İstanbul’a ait bir kardeş kavgası düştü hatırıma. Siyaseti hiç bilmem ama, tarih konusunda bildiklerimi yazmaya çalışıyorum aşağı doğru uzayan satırlara.

İstanbul, fethinden sonra “Mahrusa-i Saltanat” adını almadan önce, Roma İmparatoru Septimus Severus, M.S. 2. Yüzyılda Roma’ya alternatif olarak düzenlediği “Nea Roma”(Yeni Roma)’yı inşa eder ve bir hipodromun yapımına başlar. Devamında Büyük Konstantin, M.S. 324’te daha büyük bir imar faaliyetine başlar; M.S 11 Mayıs 330’da İstanbul’un başkent ilan edilmesiyle şehir Konstantinapolis olarak değişir. Yaptırdığı güçlü surların içinde bugünkü Sultanahmet Meydanı’nında yarım kalan hipodromu genişletir, büyütür, anıtsal hale sokar. Hipodromun, 60 bin ile 80 bin kişilik seyirci kapasitesine sahip olduğu tahmin edilmektedir. 11 Mayıs tarihi ise pagan dininde tanrı Mars’la ilişkiliydi.

Hipodrom, Yunanca’daki “hippos” (at) ve “dromos” (yol) kelimelerinden oluşur. Antik Yunan oyunlarındaki stadionun (stadyum) benzeri ya da geliştirilmiş şekli olarak, Roma’da varlığını sürdürmüştür. Bu nedenle de fiziksel olarak U formunu devam ettirmiştir.

Hipodrom tüm hipodromlarda olduğu gibi pisti ikiye ayıran iki metrelik eniyle Spina duvarı ve burada yer alan, bugün Sultanahmet Meydanı’nın sembollerinden Örme Sütun, Yılanlı Sütun ve Dikilitaş’ı barındırıyordu. Bunlardan başka eşi görülmemiş güzellikteki heykeller, büstler, bronz at heykelleri Konstantin’in Hipodromu’nu süslüyordu. 12 zodyak burcunu temsil eden 12 kapısı bulunuyordu. İmparator’un yarışları izlediği locasından sarayına (Konstantin’in Büyük Saray’ı) doğruca geçişi sağlayan bir yol bulunmaktaydı.

Hipodromlar klasik anlamda at yarışlarının yapıldığı yer olması dışında şehrin buluşma noktasıydı. İmparatorların halkla buluşarak hitap ettiği, dans gösterilerinin, vahşi hayvanlarla dövüşlerin, at yarışlarının yapıldığı tek mekandı. Dolayısıyla teknoloji ile ilişkisi olmayan halk, toplu gösterileri burada izliyor; eğlencelerini, sosyal yaşamlarını burada sürdürüyordu. Yarışlar o kadar önemliydi ki yılın 135 günü koşular için tatil edilmişti.

Hipodrom yarışlarında bugünkü futbol takımlarına ya da siyasi parti sempatizanlarına benzer yarış kulüpleri dört renkle temsil ediliyordu. Kırmızı (ateş), Mavi (su), Yeşil (toprak) ve beyaz (hava) renkleri dört elementin de sembolüydü. Zamanla kırmızılar Yeşillere, beyazlar da Mavilere katılmıştır. Yarışların halk üzerindeki etkisi M.S. 5. yüzyılda artık taraftar grupları, destekledikleri takımların formalarını giyecek kadar önem taşıyacak duruma gelmişti. Maviler (Venetoi) aristokratlar, senatörler, büyük arazi sahiplerinden oluşmaktaydı. Yeşiller (Prasinoi) ise halktan esnaf kesimi, tüccarlardan oluşmaktaydı. Mavilerin hipodromun sağ kesiminde, Yeşillerin de sol kesiminde yer tutması size de bir şey anımsattı mı? Günümüzü anımsamaya devam edersek hipodroma döner bıçağı ile giren var mıydı bilmem ama bu iki grup çoğu kez imparatorluğun hemen her yerinde görebileceğiniz kanlı sokak kavgalarına da tutuşuyordu. İşte “holiganizm” diye bildiğimiz aşırı taraftarlığın literatüre girdiği yer İstanbul’du.

İmparatorlar da bu taraflara destek verebiliyordu. Bu da yarışların spor amacından çok siyasi ya da dini kökenli çıkar amaçlarına yönelmesine sebep olmaktaydı. M.S. 527-565 yılları arasındaki İmparator Justinianus, açıkça Mavileri; eşi Teodora ise gizlice Yeşilleri destekliyordu. Bu hipodromda Yeşiller takımından “yenilmez” unvanını alan Porfirios’un heykeli, spina üzerine konulmuştur.

Tarihler 10 Ocak 532’yi gösterdiğinde her iki takım taraftarlarından tutuklamalar ve idam kararları çıktı. Halk idamlardan hoşnut olmamıştı. Şans eseri idamdan kurtulanları da sakladılar.

13 Ocak günü ise halk idam mahkumlarının affedilmesini istiyordu,ki bu kabul görmedi. 25 etaplı yarışın 22. Ayağında, Justinianus koşunun başlama emrini gösteren beyaz mendilini salladı. Yarışın henüz başındayken ilginç bir olay yaşandı; Maviler ve Yeşiller birleşerek “Yaşasın Maviler ve Yeşiller”, “Nika” (Zafer) diye bağırmaya başladı.

Bu her iki grubun birleşmesi demekti. İstanbul’un gördüğü en büyük ayaklanma sokaklara yayıldı. Şehir olaylar sonunda yerle bir oldu. Başta Ayasofya olmak üzere her yer yıkım ve yağmaya maruz kaldı.

Olayların başlaması, Mavilerle Yeşillerin birleşmesi tesadüf değildi. Bizans’ın devlet tarihçisi ve olayların görgü tanığı Prokopius’un anlattıkları, olayların basit bir idam cezasına karşı çıkmaktan çok daha fazlasını göstermektedir. İmparator Justinianus aslında basit bir Balkan köylüsü ailenin askere yazılan oğlunun soyundan gelmektedir ve imparatorluğa kadar yükselen bu ailenin imparatoriçesi de köylü sınıfındandır. Justinanus kural bilmeyen, kendi tarafını oluşturan, Mavilerin destekçisi, askerlere, aristokratlara, vergi memurlarına ceplerini doldurmayı görev olarak gösteren bir yönetim sergilemiştir. Dansçı Teodara’yı batakhanelerde bularak başına taç takmıştır. Hatta eşinin o kadar tesiri altında kalmıştır ki, koca imparatorluk halkın feryadından uzak yönetilmektedir. Aristokrat sınıfına bile kendi ayaklarını öptüren Teodora, soylu sınıfını bile kendine düşman edinmeyi başarmıştır.

İmparator Justinianus, olayın sorumlularını emniyetten sorumlu amir, yüksek vergi memurları ve vali olarak belirlemişti. 18 Ocak’ta hipodrom’da halkın önünde bu kişilerin cezalandırılacağını bildirse de bu, öfkeli halkı daha da cesaretlendirmişti. Halk, kendi imparatorunu seçmiş sokaklarda adını haykırmaya başlamıştı bile: “Hypatios!”

Justinianus, kaçmaktan başka bir çaresi olmadığını düşünerek hazırlıklarını tamamladı. Ancak İmparatoriçe Teodora’nın pes etmeye niyeti yoktu. Tarihin belki de akışını değiştirecek şu konuşmasını yaparak kocasını ikna etmeyi başardı: “Tehlike anında herkes elinden geleni yapmalıdır. Bizim gibi imparator ve imparatoriçe giysisini üstüne giyen insanlar, normal insanlar gibi yaşamamalı; gerekiyorsa bu erguvan renkli pelerinin içinde ölmelidir. Nasıl olsa her insan ölecektir. Buradan ayrıldığında sen yaşasan da artık bir imparator olmayacaksın, gidebilirsin, ancak ben yanında olmayacağım.”

İşe yaramıştı. İmparator kararından vazgeçerek mücadele yolunu seçti. Komutanları Belisarius ve Narses’i tüm askeri kuvvetiyle isyancıların üstüne gönderdi. İsyancılar hipodromun kapıları kapatılarak içinde katledilmeye başlandı. Ok ve mızrak yağmuru ve sonunda kılıçtan geçirilmeyle isyan bastırılmış oldu. Kadın, erkek, çoluk çocuk demeden söylentilere göre 30 bin ila 35 bin arasında insan kıyımı ile biten isyan, sadece Justinanus’un iktidarını güçlendirmesine yaradı.

Justinianus isyanın bastırılmasından sonra daha ağır vergiler koydu. Otoritesini güçlendirdi. Hiç kimse bir daha bu güçe baş kaldırmaya cesaret edemedi. Yanan, yıkılan şehrin onarımına başlandı. “Süleyman Mabedi”nden daha büyük kubbeli bir yapı inşa ettirmek için 532’de Ayasofya’nın yapımına başlar. Üçüncü kez yapılan Ayasofya, bugün gördüğümüz binadır. Yarışlar ise isyandan sonraki 5 yıl yasaklanmış, M.S. 7. yüzyıla kadar varlığını sürdürse de etkisini yitirmiştir.

Tarihin maalesef her yüzyılında yapılmış olan kanlı isyanlar, kıyımlar sürmektedir. Oysa hiçbir şeyin aşırısı, holiganlığı yarar getirmemiştir, getirmeyecektir. Bu ancak aramızdaki bağların yıpranmasına neden olur. Sevgili ekip arkadaşım Fikret Deniz Atçeken’in de dediği gibi: “Kardeşlik öldü mü?”

Sevgiyle,

Fikret ALKAN

Arkeolog

 

Kaynaklar:

  1. PROKOPİUS; ‘Bizans’ın Gizli Tarihi’ Çeviren Orhan Duru, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.
  2. OSTROGORSKY, Georg; ‘Bizans Devleti Tarihi’, Çeviren Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yayınları  7. Baskı, İstanbul 2011
  3. SİNANLAR, Seza; ‘Atmeydanı Bizans Araba Yarışlarından Osmanlı Şenliklerine’, Kitap Yayınevi, İstanbul 2005.
  4. YILDIRIM, Nahit; ‘Constatinopolis Hipodromu’, Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2013
  5. Nika İsyanı, http://www.bizansbizans.com/2011/01/nika-isyani/ (Erişim Tarihi: 20.07.2013)

 

 

Hakkında - Fikret Alkan

Arkeolog, Tarih'in sıkılmayan öğrencisi...

Check Also

Kaybedenler Kulübü

İstanbul; tarihten bu yana hiçbir milletin güzelliğinden vazgeçemediği kent. Batılılar tarafından Şehirlerin Kraliçesi, Müslümanlar tarafından …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.