Bir bahar sabahına uyandığımda aldığım lodos esintisinin huzuru ve dinginliği kapladı içimi. Devrik cümleler arasında dolaşırken buldum kendimi. Ne tecrübeler yaşamıştım ben genç yaşıma rağmen. Acaba nasıl bir baba olucaktım ileriye doğru; soruları dolaştı beynimde atlıkarınca misali.
Sorgular bir tavır içerisine girdim birdenbire; acaba şu şairlerin sıkça bahsettiği aşkı yaşamış mıydım bu 23 senelik hayat tecrübemde? Bilemedim, ve galiba hiç bilemeyeceğim. Merak etmeyin, rant sahibi olmak için ya da biraz hayran kitlesi yakalamak için aşktan bahseden sürekli sosyal medyada aşk tanımları yapanlardan hiç olmayacağım.
Neden bahsedeceğim hakkında bir fikrim olmadan başladım yazıya öyle aldı başını gidiyor. Canım gökyüzünde hiç bıkmadan bizleri aydınlatan Güneş’ten dem vurmak istiyor. Öyle güzel bir gök cismidir, öyle nizami yerleştirilmiştir ki o devasa gök cismi, yaşam koşullarına uyum sağlamamız için yüzeyindeki binlerce derece sıcaklığı bizlere uygun bir şekilde yansıtıyor üstelik mevsim mevsim. İnsan düşünmeden edemiyor. Ya olmasaydı Güneş? Acaba yine de adapte olabilir miydik bu Dünyaya?
Adaletinden dem vurduğumuz. Her yeri geldiğinde üzerine suç yüklediğimiz türkülerimizdeki “Yalan Dünya”da yine de yaşayabilir miydik? Tadında bırakıp sizi sorgular tavırlarla başbaşa bırakıyorum. Ve yazıma bir şiir ile son veriyorum.
Bir sade bahar Güneşiydi gökyüzünde beliren,
Tüm günün aydınlığı oldu birden.
Ya olmasaydı mevsimler,
Aşk olur muydu sahiden.
Anılar gelip geçici birer mevsim gibi şimdi,
Gökyüzünde bugün bir yıldız belirdi.
Uzun uzun seyre daldım da…
Anladım, o bir yıldız değildi,
O, bugünüme doğan sade bir bahar güneşiydi.
Her gününüz doğan bahar güneşleriyle huzur dolsun.
Mühendis’ül Edebiyat