Son Yazılar
Anasayfa / Tarih / Kaybedenler Kulübü

Kaybedenler Kulübü

İstanbul; tarihten bu yana hiçbir milletin güzelliğinden vazgeçemediği kent. Batılılar tarafından Şehirlerin Kraliçesi, Müslümanlar tarafından Taht-ı Rum veya Der-Saadet; ve daha birçok isimle anılan kent. 330 yılında kurulduğundan bu yana belki yüzlerce değişik sembole sahiptir bu şehir. Bunlardan biri belki de en ünlüsü de Ayasofya’dır şüphesiz.
Ayasofya’yı bu üne ve bu değere kavuşturan ne bulunduğu zemin, ne tarih birikimidir. Ayasofya Hristiyan dünyasının 1520’ye kadar en büyük katedralidir. Müslüman dünyası için de Peygamber’imizin o kutlu müjdesine ulaşmamızın sembolüdür. Yani Ayasofya demek, tarih, sanat, kültür vs. öğelerden çok daha ötesidir: Dinin İstanbul’daki varlığıdır.
Ayasofya (Hagia Sophia), kelime olarak ‘kutsal bilgelik’ anlamındadır. İlk adı Megala Eksekia’(Büyük Kilise) dır. Sophia adı 5. yy’da verilmiştir. I. Konstantin’in inşasına başladığı ahşap çatılı, bazilikal planlı taş yapı, oğlu II. Konstantin (337-361) tarafından tamamlanmış ve açılışı, 15 Şubat 360 tarihinde yapılmıştır. 404 tarihinde İmparatoriçe Evdoksia ile piskopos Khyrisostomos arasında çıkan anlaşmazlık sonucu çıkan isyanda yanar. II. Ayasofya ise II. Theodosios tarafından 415’te mimar Ruffinos’a yaptırılmış , ancak o yapı da İstanbul isyanlarından nasibini alarak 13-14 Ocak 532’deki Nika İsyanı sonucunda yanmıştır.

Günümüze ulaşan Ayasofya ise üçüncü kez inşa edilendir. 23 Şubat 532’de imparator Justinian’ın talimatı ile başlayan inşa süreci Miletos’lu (Söke) İsidoros ve Tralleis’li (Aydın) Antheimos’a emanet edildi. On bin işçinin çalıştığı, imparatorluğun her köşesinden gelen değerli malzemenin kullanıldığı yapı, 27 Aralık 537’de ibadete açıldı. Bugünkü maddi değeri 75-150 milyon dolar olarak tahmin edilmektedir.

Bitiminde Justinian’ın ‘Ey Süleyman seni geçtim!’ dediği, 55,6 m yüksekliğe ve 31,36 m çapa sahip kubbesi ile bu muhteşem yapı, iki dine de 1396 yıl on ay yirmi bir gün boyunca ibadethane oldu.

Müslümanlar Peygamberimizin hadislerinde belirttikleri lütfa ulaşmak amacıyla 652 yılından itibaren Emevi ve Abbasi orduları ile 7 farklı sefer düzenlediler. Osmanlı Devleti de aynı amaç uğrunda
Yıldırım Bayezid ile başlayarak (1395 ve 1396 -2 kez), Musa Çelebi (1412) II. Murat (1423) olmak üzere 4 kez kuşatma yaptı kente.

Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında gerçekleştirdiği fetih ile tamamen Türk-İslam nüfusu sayılan İstanbul, İslam hukukuna göre de fetihten payını almıştır. Öncelikle İslam hukukuna göre bazı şeyleri belirtmek yerinde olacaktır. Kılıç zoruyla yani fethedilerek İslam toprağına geçen bir yerleşimde İslam ordusunun 3 gün boyunca kenti talan etme hakkı bulunmaktadır. (Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’un fetih yolu ile mi alındığı bir davaya konu olmuş ve dönemin şeyhülislamı Ebusuud Efendi yaşlı bir ihtiyarın şahitliğine başvurarak İstanbul’un savaş yolu ile alındığını hakkında hüküm vermiştir.) Buna Sultan Mehmet dahil, engel olamamış; ancak binalara dokunulmamasını buyurmuştur. Fatih, kilise ve havralara gayrimüslim önderlerinin ricası ile dokunmamıştır. Yine İslam hukukuna göre, bir yerleşimdeki en büyük kilisenin İslam fethinin sembolü olarak camiye çevrilmesi ve Cuma namazı kılınması gerekmektedir. Ayasofya da bunlardan biri olmuştur.

Hristiyan inancına göre, Ayasofya’daki güney galeri içinde Cennet ve Cehennem kapıları bulunmakta, bu kapıların ardında ise İstanbul’un fethinden bir gün önce imparatorun da katılımıyla gerçekleştirdiği büyük ayin de yapılan merhamet dualarını idare eden papazın içinde kaybolduğuna inanılan şapel bulunmaktadır. İstanbul, tekrar Hristiyanların eline geçtiğinde papazın geri geleceğine inancı taşınmaktadır. Bununla birlikte Türklerin kenti teslim alacağı, ancak Konstantin Sütunu’nun (Çemberlitaş) önüne geldiklerinde gökten inen bir melek tarafından, fakir bir adama kılıç vererek Türkleri ana yurtlarına kadar geri püskürteceğine düşünülüyordu.

1204 Haçlı Seferleri sırasında en büyük yağma ile karşılaşan Ayasofya mabedi, tam aksine Fatih döneminde hemen vakfedilerek yenilenmiştir. Tokmaklarında “Ya Fettah” (kapalı olan her şeyi inayetiyle açan-Esma’ül Hüsna’dan) yazılı, tunçla kaplı meşe ağacından 5 kapı ile geçilen İç mekanında Hristiyanlık’ın en kutsal sahnelerini anlatan mozaikler bulunmaktadır. Hemen güney girişinde başınızı kaldırdığınızda 11. Yüzyıla tarihlenen İmparator Konstantin’in elinde şehrin maketini, Justininan’ın ise Ayasofya’nın maketini İsa’ya sunduğu mozaik; İmparator IV. Leo’nun, Ortodokslukta en fazla üç evlilik yapılabilmesine ilişkin yasağı erkek çocuğu olmadığı için dört kez evlendiği için İsa’nın ayaklarına kapanarak af istemesinin tasviri mozaik (9. yy); mihrabın üstünde yer alan apsiste Meryem ve kucağında İsa ile betimlendiği mozaik (9. yy); kubbeyi çevreleyen Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil’i anlatan 4 büyük melek tasviri, hemen göze çarpanlardandır. Ayasofya’da Hristiyanlık adına İmparatorlar, İsa, Meryem ve kutsal tanımlamalar ile ilgili 8. yüzyıl ile 13. Yüzyıl arasında çok sayıda mozaik bulunmaktadır.

Ancak İslamiyet inancında insan yüzü olan herhangi bir yerde ibadet yapılamaz. İbadet yapanın mevcut insan yüzü ile göz göze gelmemesi gerekmektedir. Buna rağmen Fatih, mozaikleri tahrip etmeyerek sadece yüzlerini örttürmüştür. II. Bayezid döneminde ise mozaiklerin tamamı örtülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu Ayasofya’sında kasıtlı bir mozaik tahribatı bulunmamaktadır. 1710’da Ayasofya’yı gezen İsveçli mühendis, mozaiklerin resmini çizmiştir. (İslam Hukukçusu Prf. Dr. Ahmet Akgündüz’e göre Ayasofya bugün camiye çevrilmeli ve mozaiklerin yüzleri namaz vakitlerinde teknolojik-uzaktan kumandalı- perdelerle örtülerek korunmalıdır)

29 Mayıs 1453 tarihinden itibaren, İstanbul’un yeni fatihi, Roma Caesar’i Fatih Sultan Mehmet, o dönemde İstanbul’da bir “ulucami” yapısına ihtiyaç duymaksızın yeni binası Ayasofya’yı cami haline dönüştürerek, vakıf sistemi ile kaynaklarını sağladı. Buna göre birçok akar (gelir getirebilecek taşınır/taşınmaz varlıklar) da Ayasofya’ya vakfedilmiş oldu. Vakfiyesi üzerinde halen tartışmaların yaşandığı Fatih’in günümüzde oldukça ünlenen vakfiyesi, kimi tarihçilere göre vakfın şartlarının bozulması halinde bir beddua içeriyor ki, buna caminin müzeye dönüştürülmesi de dahildir. Kimi tarihçilere göre de vakfın şartlarının bozulması veya değiştirilmesi, vakfın akarlarının zimmet yoluyla başka şekillerde harcanması durumu söz konusu olması halinde geçerlidir. Sanmıyorum ki koca Sultan’ın aklından bir gün bu caminin müze olacağı geçsin. Bu konuya uzun uzadıya değinmek istemiyorum.

Fatih ve ardılları Ayasofya’nın bir İslam mabedi olması için oldukça gayret göstermişlerdir. Cami iç yapısının gereklilikleri; mihrap, minberi ve dış kısmına da ahşaptan minareyi ve papaz odalarından çevrilerek Molla Hüsrev’in müderrislik yaptığı medreseyi Fatih yaptırdı. Oğlu II. Bayezid, minarenin ahşabını tuğlaya çevirdi. II. Selim de bir minare ilave ettirdi. Ayrıca kütüphane ve medrese ekledi. Mihrabın önündeki şamdanlar, Kanuni’nin Macaristan seferinin hatırasıdır. Sultan III. Murat, mimarı Sinan’a kapsamlı bir tamirat yaptırmıştır. Sinan tek parça kubbeyi ayakta tutabilmek adına bugün rahatça görebileceğimiz dış payandaları kubbe kasnağını sıkıştırmak için yapmıştır. Son iki minare de III. Murat devrinde yapılan Sinan eserleridir. Ayrıca, iç mekandaki mermer Bergama küpleri, minber, müezzin mahfili ana mekânda ayrıca bulunan dört mermer mahfil, mermer vaiz kürsüsü de bu devre rastlar. Kubbeye asılmış büyük şamdan ve şahnişinli (cumba) mahfil III. Ahmet tarafından, üst kat mahfili ise I. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. I. Mahmut Ayasofya’ya ayrıca kendi adıyla da anılan 5000 kitaplık eşsiz çinilerle süslü kütüphaneyi bu büyük camiye kazandıran isimdir. Sekiz mermer sütuna dayalı, sekiz sivri kemerli revaktan oluşan ve dış yüzeyinde Baltacızade Mustafa Paşa’nın on altı beyitlik cülus yazısı bulunan, on altı bölümlü su havuzlu şadırvan; imaret ve sıbyan mektebini de Sultan Mahmut yaptırmıştır.

Ayasofya aynı zamanda II. Selim, III. Murat, III. Mehmet, I. Mustafa ve I. İbrahim (Deli İbrahim) olmak üzere 5 padişah, Şehzadeler Türbesi ile toplam 142 mezar bulunmaktadır.

Bir de iç mekana girişte büyük bir hayranlıkla izlediğimiz hat levhalarını anmadan geçmek olmaz. İlk levhalar 1651’de dikdörtgen olarak (gravürlerde var) Hattat Teknecizade İbrahim Efendi tarafından asılmıştı. Daha sonra 19. yy’da bugünkü levhaları Fosetti Kardeşlerin restorasyonundan sonra Mustafa İzzet Efendi tarafından yapılmıştır. Üzerinde Allah, Muhammet, ayrı ayrı Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan ve Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu toplam sekiz büyük levhanın her biri 7,5 m çapındadır ve İslam Dünyası’nın en büyük hat levhaları sayılmaktadır. Kareleme yöntemiyle önce küçük örnekleri yapılan eserler parça parça taşınarak içeride monte edilmiştir. Ayrıca 17 padişahın hat yazısı bulunmaktadır.

Devletin durumunun kötüleşmesi, doğal afetler, padişahların kendi isimlerini ölümsüzleştirmek adına yaptırdığı diğer camilere önem vermesi ve Batılı tarzda sarayların yapımı Ayasofya’nın bakımsız kalmasına neden olmuştur. 1847-1849 tarihlerinde İtalyan asıllı mimar aile Fosatti Kardeşler, İstanbul Rus Elçilik binasında yakaladıkları ünü, Ayasofya’nın bakımı işini de alarak arttırmışlardır. Kubbe üzerinde yazılı Nur Suresi’nin 35. Ayeti de bu restorasyon sonrası yazılmıştır.

Daha birçok kıymetli ve bugün tarihi eser niteliği taşıyan değerli eser, Ayasofya’nın geçmişten getirdiği ünle katlanarak büyümüştür.

Cumhuriyet Dönemi içinde Atatürk’ün 7 veya 8 Eylül 1929 tarihlerinde Ayasofya’ya yaptığı ziyaret sonucu, Ayasofya’yı bakımsız görmesi ile Dönemin Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’e talimat vermesine neden olmuştur. Ayasofya için gerekli bakımların yapılarak ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde bulunan eserlerin de katılacağı bir müze haline dönüştürülmesine karar verildi.

Bakanlar Kurulu’nun 24.11.1934 tarihli kararı ile (söz konusu Bakanlar Kurulu kararındaki Atatürk’ün imzasının taklit edilmiş olması tartışmaları günümüzde de devam etmektedir) müzeye dönüştürülmesi kararı alınan Ayasofya, Müzeler Genel Müdürlüğe devredilerek kapısına 9.12.1934 tarihinde “tamir ve tasnif sonuna kadar kapalıdır” yazılı levha asılmıştır.

Müzeye dönüştürülmesine müteakip, giriş ücreti 11 kuruş olarak belirlenerek 1 Şubat 1935 tarihinde ziyarete açılmıştır. 1991 tarihinden itibaren ise hünkar mahfili bölümünde ibadete açık olarak hizmet verilmektedir.

Bugünkü Ayasofya Müzesi sonuç olarak yaklaşık 1700 yıldır önemlidir: Hem de her dönem ve her devir için. Yukarıda anlatmaya çalıştığım; dini, mimari, tarihi, sosyal bütünlüğü içinde taşlarının bile devir devir anlattıkları fısıldar kulağınıza. O’nu önemli yapan işlevi değildir aslında; taşıdığı sembol değeridir; mimari malzemesinin öğelerinde sakladığı tarihin bize aktardıklarıdır.

Türkiye’nin verilere göre en fazla gezilen 2. Müzesi (2012 yılı için 1. Müzesi) olan Ayasofya’nın nesilden nesile anlatıla anlatıla bitiremediğimiz bu değerini korumak, yapıldığı ilk dönemden, son eserinin eklendiği döneme değin, her bir parçasını ayrı ayrı Ayasofya’nın kültür hazinemize koyduğu bir parça olarak nitelendirerek korumak ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlamak, Osmanlı’dan öğrendiğimiz bir gelenek halini almalıdır.

Kaynaklar:

Ahmed Akgündüz, Said Öztürk, Yasar Baş: ‘Üç Devirde Bir Mabed: Ayasofya’, İstanbul, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, Mayıs 2005

UNAN, F.; Prof. Dr., ‘Müslümanlar ve İstanbul (İlk Dönem İstanbul Kuşatmaları)’ İstanbul’un Fethi’nin 550. Yıldönümü İlmî Toplantısı (Kültür Bakanlığı ve Türk Ocakları Genel Merkezi müşterek), 31 Mayıs 2003.
http://yunus.hacettepe.edu.tr/~unan/akademik34.html Erişim tarihi : 08.01.2014

ASLAN F.; ‘Ayasofya Efsaneleri (Tespit – İnceleme)’ Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı, İstanbul 2009.

AKAN E. ; ‘Cumhuriyet Döneminde Ayasofya’ Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Tarih Anabilim Dalı, Çanakkale 2008.

EROĞLU, H. ; ‘Osmanlıların 1453 Öncesi İstanbul Kuşatmaları’ Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 22, Sayı 35, Ankara 2004

GAZİOĞLU, H.H; ‘Bir İmparatorluk Kültü Olarak Ayasofya ve Aziz Polyeuktos Kilisesi’; Yayınlanmış Bilimsel Çalışma; www.academia.edu Erişim tarihi : 10.03.2014

BARDAKÇI, M.; ‘Ayasofya’daki Türbelerin Tam Dört Asırlık Esrarı’, Ayasofya Müzesi Müdürü Prof. Dr. Haluk Dursun ile Söyleşi, http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/170872-ayasofyadaki-turbelerin-tam-dort-asirlik-esrari Haber Tarihi : 06.09.2009, Erişim tarihi : 12.03.2014

BARDAKÇI, M. ve AFYONCU, E. “AYASOFYA Vakfiyesi YALANI – Murat Bardakçı” Tarih’in Arka Odası TV Programı
http://www.youtubee.com/watch?v=1_1V4-Pf0aE
Yayın Tarihi : 23 Şubat 2013; Erişim tarihi : 09.05.2014

ARMAĞAN , M. ve AKGÜNDÜZ , A. “Ayasofya” Tarih Atlası TV Programı
Yayın Tarihi : 28 Mart 2013; Erişim tarihi : 01.03.2014
http://www.youtubee.com/watch?v=ioTP_8dEc_8

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü Verileri 2012 http://www.kulturvarliklari.gov.tr/TR,43336/muze-istatistikleri.html
Erişim tarihi : 09.05.2014

Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü Verileri ile İlgili Haber 2013
http://www.zaman.com.tr/ekonomi_dunyada-louvre-turkiyede-harem_2198747.html
Erişim tarihi : 09.05.2014

Hakkında - Fikret Alkan

Arkeolog, Tarih'in sıkılmayan öğrencisi...

Check Also

Habil ile Kabil

Bugün size tarihte bilinmeyen, anlaşılmayan, sır ya da öğretilerden bahsetmeyeceğim. Sadece hafızalarımızı yeniden tazeleyerek, yeniden …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.